Merhaba sevgili okurlar,
Öncelikle kendimi size tanıtarak başlamak istiyorum. Ben Ayçin, son üç senedir Oslo, Norveç’te yaşayan bir dünya vatandaşıyım. Resmi olarak ne yazık ki bir dünya vatandaşı olamasam da, farklı kültürlere ve gezmeye olan merakımdan dolayı kendimi en çok bu şekilde tanıtmayı doğru görüyorum. ‘’Neden Norveç, neden Oslo?’’ sorularınızdan önce ‘’Neler yaptım?’’ biraz da ondan konuşalım.
29 Ekim 1994 tarihinde Kocaeli’de dünyaya geldim. Annem Çinli, babam Türk. Annem bana hatırladığım andan itibaren Çince öğretmeye başladı. Çincemi büyüdüğümde de farklı alanlarda kullanabilmemi, Çin’deki ailemle iletişim kurabilmemi ve hep kendi ayaklarımın üzerinde durmaya çalışmamı anneme borçluyum. Küçükken Çince öğrenmem ve annemin Çinli olmasıyla ilgili sıklıkla insanların ırkçı şakalarına maruz kalırdım. Hatta yakın çevrelerimden bile böyle şakalar duyardım.
İzmit’te annemle dolaşırken laf atılmadan eve döndüğümüz bir gün dahi hatırlamıyorum ne yazık ki. Belki de bu yüzden farklı kültürlerin arasında yetişmenin aslında nasıl bir şans olduğunun farkına önceleri varamadım. Büyüdükçe anladım ki, beni ben yapan en önemli özelliklerden biri bu olmuştu. Zaten bunun önemini anladıkça, çok kültürlü bir toplumun daimi savunucularından biri olacaktım. Babam da ben çocukken bana dünyanın her yerinden müzikler dinletir, ilginç haberleri benimle paylaşırdı. Sayesinde Türk ve Çin kültürlerinin yanı sıra bilmediğim diğer kültürler hakkında da az çok fikir edinmiştim. Annem de babam da kendilerine özgü insanlar ve muhtemelen her gün düşündüğüm nadir insanlardanlar. Ailem şu anda Maşukiye’de bahçeli bir evde yaşıyor. Köpeklerimiz de ailenin vazgeçilmez bir parçası, ben gittikten sonra da annemin çocukları oldular. Onların beni aradığı kadar ben de onları arıyorumdur tabi. Ama onlar da biliyorlar ki ikisinden de aldığım keşfetme arzusu bitmeyen maceracı ve mücadeleci tarafım çoğunlukla ağır basacak.
2017 yılında tam burslu olarak kazandığım Bilgi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler lisans bölümünden mezun oldum. Üniversite hayatım boyunca çalışmaya alışmak ve seyahatler için para biriktirmek için tercümanlık, satış temsilciliği, özel Çince öğretmenliği gibi farklı işlerde çalıştım.
Ailem beni daima maddi ve manevi anlamda desteklese de, annemin de bana her zaman hatırlattığı gibi bir kendi ayaklarının üzerinde durma çabası oldu. Mezun olduktan sonra yaklaşık iki ay, sonrasında ise yaklaşık üç senelik bir çalışma deneyimim oldu. İstanbul’daki işimin artık bana katabileceği bir şey olmadığına karar verdikten sonra, ilk olarak 2012’de ifade ettiğim hayalimin peşine düşmeye karar verdim: Norveç’te yüksek lisans okumak. O zaman bunu neden söylediğimi gerçekten de çok hatırlamasam da, bu istek zaman içerisinde İstanbul’un kaotik yaşamı, trafiği ve yoruculuğu ile şekillendi. Kuzeye, İskandinav ülkelerine olan merakım, bir kış sevdasından bir yolculuğa dönüştü. Lisans yıllarımda önce Kopenhag, sonra da Stokholm’ü ziyaret etmiştim.
Kopenhag’a aşık olduktan sonra Danimarka’da bir yüksek lisans programına başvurup programa kabul edilsem de, üniversitenin Avrupa dışından gelen öğrencilere uyguladığı yüksek miktardaki harç bedeli beni bu fikirden caydırmıştı. Şansımı Lund Üniversitesi için de deneyip, kabul edilmeme rağmen yine aynı sebepten dolayı vazgeçtim. Bir sene daha beklemeliydim ve o sırada sevgili üniversite profesörüm Boğaç Erozan bana Oslo Üniversitesi’ne başvurmamı önerdi. Bu zamana kadar aklıma neden gelmediğini sorgulamamakla beraber hemen araştırmalarıma başladım. IELTS sınavından iyi bir not almak ilk şartlardan biriydi. Vapurda, öğle aramda ve akşamları bu sınava aktif olarak çalışıp, sevgili dostum Evindar ile İngilizce konuşma pratiği yaparak sınava hazırlandım. Bu çalışmalar sayesinde sınavdan iyi bir puan aldım. Dil için yeterlilik aşamasını tamamladıktan sonra da üzerine Boğaç hocam ile uzun uğraşlar verdiğimiz başvuru mektubu, kendisinin yazdığı mükemmel referans mektubu ve destekleyen diğer belgelerim ile Oslo Üniversitesi’nin Asya ve Ortadoğu Çalışmaları bölümüne başvurdum. Başvuru sonucunu bekleme süreci birkaç ayı buluyordu. Sonunda sonuç geldiğinde kabul edilmiştim.
Sanırım bu başvuru sürecini hemen hemen hiç kimseyle paylaşmamıştım. Yakın çevreme bunu alıştırarak anlattığımda önce gideceğim için üzülseler de benim adıma mutlu olduklarını da hissettim. Ve böylelikle süreç başladı. Daha önce yurtdışına sıklıkla seyahat etmiş olsam da başka bir ülkede yaşamak kesinlikle aynı deneyim değildi. Heyecanım muhtemelen korkularımdan ağır bastı ve herhangi bir korkum olup olmadığını bile hatırlamıyorum doğrusu. Başvuru süreci üniversite ile bitmemişti tabi. Pandemi döneminde öğrenciler için oturum iznine başvurmak da başlı başına bir süreçti. Önceki iş ve seyahat deneyimlerimden dolayı eksiksiz belge ile destekleyen sebepleri açıklayan bir mektubun ne kadar önemli olduğu bilerek vize başvurumu yaptım. Başvuru sonuçlarını beklemek günden güne zorlaşsa da bu süreç de tamamlandı ve ben pasaportumu alır almaz uçak biletimi de Oslo’ya tek yön olmak üzere aldım. Oslo beni hem güzel hem de kararsız bıraktığı anlarla bir hayli şaşırtacaktı.
Daha önce ayak basmadığım bir şehre, bir ülkeye yerleşmeye çalışmanın acı tatlı zorlukları var. Bürokrasinin bu kadar yavaş işlediğini, alışmadığınız bir sistemin içinde kendinizi bir anda bulmayı veya bir şehri birkaç ay içerisinde gezip bitirmeyi beklemiyorsunuz kesinlikle. 10 Ekim 2020’de Oslo’ya ayak bastığımda bunların hiç birini düşünmemiştim. İçimde sadece kıpır kıpır bir heyecan vardı. İlk izlenimim tabi ki de bir başkentin nasıl bu kadar sakin, uluslararası bir havalimanının nasıl bu kadar telaşsız olduğu yönündeydi. İstanbul’un bitmek bilmeyen insan ve trafik akınından sonra doğal olarak Oslo inanılmaz sakin gelmişti bana. Salgının da bu sakinlikte payı olmuştu şüphesiz. Ama Norveçliler zaten normalde de birbirlerinin kişisel alanına saygılı insanlardı. Bu alanı seviyorlar da; zamanla fark ettim ki bizde bunu görmek pek mümkün değilmiş.
Samimiyet güzel şey tabi, ama insan bir sırada beklerken arkasındaki insanın kendisine gereksiz yaklaşmasını bu ülkede yaşadıktan sonra iyice anlamlandıramıyor. Oslo’da bu yok; eğer benzer bir durum varsa da mutlaka şaşırırsınız, çünkü tanımadığınız bir insan size fiziksel olarak mesafesini genellikle korur. Aksi bir durum varsa da bu genellikle biraz çakırkeyif olunduktan sonradır. Bu açıdan hep demişimdir ve yine de diyeceğim: Kuzeyliler soğuk insanlar değil, sadece utangaçlar.
Ama buzları eritmek hiç de öyle zor değil. Özellikle de bir öğrenci olarak geldiyseniz, okul ortamında mutlaka Norveçli öğrencilerle güzel dostluklar kuruyorsunuz. En azından benim deneyimim bu yönde oldu. Pandemi sürecinin en ağır yaşandığı yıl, benim için neredeyse en güzel zamanlardan biriydi çünkü yeni kazandığım bu dostlar sayesinde hiç tanımadığım bir ülkede kendimi evimde hissediyordum. Ülkede sizi seven ve gelişinizi bekleyen birisi olması da ayrı önemli tabi. Bu yüzden kendimi çoğu zaman çok şanslı hissettim. Güzel bir eğitim sisteminin kucağına düşmekle beraber sıcacık dostlukların da merkezine gelmiştim Oslo Üniversitesi’ndeki yüksek lisans yolculuğumda. Karantinam bittiğinde okula gittiğim ilk günü dünmüş gibi hatırlıyorum.
İnanılmaz bir hevesle, kendimi artık toplu taşıma bile değil, sadece bisiklet kullanacağıma ikna etmiştim. Norveç coğrafya bilgim epey zayıf olacak ki burayı da Danimarka gibi daha düz bir ülke olarak düşünmüştüm. Yanılmışım. Hafif takırtılarla pek güven vermeyen Oslo Belediyesi bisikletleriyle sağanak yağmurun altında ilk bisiklet yolculuğumu Oslo Üniversitesi’nin Blindern kampüsüne doğru yokuşlardan yukarı zar zor tamamladım. Hiç bisiklet kondisyonum olmadığını da hesaba katmamıştım. Ama ilk Norveçli dostum Maiken’in, ben sınıfı bulamayınca beni binamızın kapısında kocaman bir gülümseme ile karşıladığını görünce ‘’Bu yolculuğa kesinlikle değdi’’ diye düşündüm. Henüz bir aydır tanımama rağmen sanki yıllardır tanıyormuş gibiydim onu. İlk dersimizin öğretmenleri de Türk akademisyenlerdi. Bütün sınıf da Türk kültürüne ve diline aşinaydı. Ne de olsa bölüm için dil seçimimiz Türkçeden yanaydı. Yabancılık çekmeden Norveç’e Giriş 101 dersimi bu şekilde ilerletmiş olabilirim. Her şey tozpembe miydi? Hayır, ama o zamanlar tozpembe zamanıydı diyebilirim.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.