Türklerin tarihi konusunda dünyanın en önemli araştırmacılarından olan Jean Paul Roux’un eserlerinde kavmimizin tarihinin yaklaşık M.Ö. 9000 yılına kadar uzandığı belgelenir. İnsanlık tarihinin özel kavimlerinden birisi olan biz Türkler olarak çok badireler atlattık. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldiğimiz son harekat olan 1. Dünya Savaşının akabinde, Anadolu’ya bin sene önce gelmiş milletimiz yeniden Asya’nın steplerine sürülmek istendi. Karşımızdaki cephe öylesine büyük kudret ve itibar sahibi ülkelerden oluşuyordu ki bırakın direnmeyi; direnişinizde haklı olduğunuzu iddia etmenizi bile engelleyecek her türlü sahte argümanı dünya kamuoyunun zihninde egemen kılmaya güçleri yetiyordu.
Bu şartlar altında Türklük bilincinin, Türk kavminden Türk milletine geçiş sürecinin ilk hareketi olan ve dünyada bir çok genç, eğitimli ve özgürlük yanlısı harekete isim babası olmuş olan Jön Türklerin devamı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) yönetimindeki devletimiz savaşı maalesef kaybetti. Kendi ordusunun savaştığı cephelerde birçok başarı elde etmiş olsa da içinde bulunduğu ittifakın uğradığı hezimetin akabinde direnecek askeri ve mali gücü kalmayan Osmanlı Devleti teslim bayrağını çekti. İşgalle birlikte idam sehpalarına gönderilmesi kesin olan İTC mensupları ülkeden ayrılmak durumunda kaldılar. Saltanat sahibi ailenin mensuplarının da doğal olarak milli bir bilinçten yoksun olması sebebiyle Büyük Türk Milleti kendisi için hazırlanmış olan tabuta sokulmak üzere bekliyordu.
**
Padişah 3. Selim döneminde başlayıp, 2. Mahmut döneminde yeniden yeşeren, Abdülmecid döneminde Tanzimatla kurumsallaşma adımları atan, 2. Abdülhamit döneminde akamete uğrasa da yine de bir şekilde süren modernleşme tarihimiz, Tanzimat ile birlikte bu topraklara kök salmaya başlamıştı. Tanzimat döneminde modernleşen devlet bürokrasisi; üzerine inşa edildiği Roma ve Bizans bürokrasi anlayışından ve Türk ordu sisteminden de güç alarak, başında tek bir mutlak yöneticinin varlığına rağmen karar mekanizmaları gelişmeye başlamış, modern bir devlet olma yolunda adımlar atmıştır. Padişah 2. Mahmut döneminde orduda reform yapmak adına nitelikli askerler ve askeri hekimler yetiştirmek amacıyla modern okullar açıldı. Bu okullardan önce Jön Türkler, sonra İttihatçılar yetişti.
Devleti yönetmek üzere bu okullarda yetişen gençler gerek zamanın ruhu gerekse de ortadaki somut şartlar gereğince mutlak monarşinin, ulemanın ve eski çağlardan kalmış köhne ekonomik ve endüstriyel düzenin devam etmesi halinde devletin batıp, milletin de perişan olacağını gördüler. Buna karşı isyan ettiler. Bastırıldılar, sürgüne gittiler. 2. Abdülhamit dönemi istibdat rejiminde bir yeraltı örgütlenmesi gibi çalıştılar. Orduda, bürokraside ve eşrafta giderek güç kazandılar.
Her baskı rejiminin en güçlü sanıldığı an aslında tam da yıkılmak üzere olduğu andır. 2. Abdülhamit ve bürokrasisinin dış politikada karşılarına diğer devletlerden gelen her talebi karşılayarak “devleti koruma” stratejisinin artık bir iflas noktasına geldiğini gördükleri anda ayaklandılar. Genellikle 2. Meşrutiyet olarak yanlış adlandırılan “Hürriyetin İadesi” ile birlikte mutlak monarşi yerini meşruti monarşiye bıraktı. Partili siyasi hayat ve İTC iktidarına geçiş kademeli olarak başladı. Hürriyet kahramanlarının hepsinin ruhu şad olsun.
Zaman içerisinde güçten düşmüş ve çok zayıf durumdaki orduyu modernize etmek için çalışmalar yapıldı. Ancak süre elbette yeterli değildi ve önce Trablusgarp sonra Balkan Savaşları ve nihayetinde 1. Dünya Savaşı neticesinde can çekişmekte olan devlet yenildi ve çöktü. 500 yıldır ana yurdu olan Balkanlar’dan birkaç haftada Türkler ve Türk devleti sürüldü. Bu travma atlatılamadan 1. Dünya Savaşının acı sonuçları karşımıza gelince “emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili” olan İngiltere, Fransa, İtalya ve yancıları Yunanlarla Ermeniler eliyle Türkler biraz sonra tabuta sokulmak üzere idam sehpasına çıkartılmışlardı. Lakin hesapların üzerinde bir hesap, göklerden gelen bir karar vardı.
Osmanlı modernleşme serüveninde açılan çağı yakalamayı amaçlayan okullardan yetişmiş, Harbiyeden çıkar çıkmaz Osmanlı’nın bütün coğrafyalarında savaşmış, galibiyetler ya da mağlubiyet sonrası ordusunu dağıtmadan ricat etmeyi başarmış genç bir askeri bürokrat grubu ülkenin kaderine el koydu. Yani özünde maksat hasıl olmuştu, devleti kurtaracak gençler modern okullarda yetişmişti ve üstelik tüm dünyada kendi jenerasyonlarındaki tüm kurmaylardan gerek askeri gerekse de entelektüel açıdan çok daha donanımlılardı.
**
2. Mahmut’un kurduğu okullarda yetişmiş, İTC iktidarı döneminde ordu modernleşmesinde görev almış, 1. Dünya Savaşının tüm cephelerinde savaşmış Çanakkale’de Kut’ta Bakü’de büyük başarılara imza atmış; milli bilinci yüksek, akıllı ve saygın bu genç subaylar Sevr Anlaşmasına direnmek ve Türklüğü mezara sokturmamak için ortaya bir irade koydular. İTC iktidarı döneminde uygulanan yöntemleri, ordu – siyaset ilişkilerini, liderlerin rasyonaliteden ziyade hissiyatla hareket etmelerini eleştirmiş olmaları sebebiyle üstleriyle sıklıkla ters düşen, zaman zaman sürgüne gönderilen ancak becerikli ve vatansever adamlar olmaları sebebiyle takıştıkları bu üstleri tarafından bir kenara da atılamayan bu genç kahramanlar iktidarı fiilen ele aldılar, bazıları zaman içinde hareketin lideri Mustafa Kemal Paşayla da ters düştüler.
Samsun, kongreler, Meclis, Kuvvacılık, düzenli ordu, Sakarya, Dumlupınar, İzmir… Her biri hakkında onlarca kitaplar yazılabilecek bu sürecin akabinde Lozan Barış Antlaşmasıyla Türk devletinin varlığı dünya tarafından kabul edilmek zorunda kalındı ve Türklük tarihinin yüz akı olan Cumhuriyetimiz ilan edildi.
Samsun’dan Ankara’ya kadar geçen kongreler sürecinde, Meclis eliyle fakruzaruret içinde tarihin gördüğü en büyük milli direniş başarısı tüm dünyaya bugün bile ilham verecek bir destan olarak yaşanırken bile Mustafa Kemal Paşa hep siyasi olarak mücadele halindeydi. Çocukluk arkadaşları, askeri okul arkadaşları, kendisinin açılmasına ön ayak olduğu Meclise gelen vekiller… Sürekli bir mücadele hali sürdü. Cumhuriyetimizin ilanı da yine benzer bir sürecin sonunda “doğmuş çocuğa isim verme” eylemiydi. Millet zaten 23 Nisan 1920’den 29 Ekim 1923’e kadar fiilen bir Cumhuriyetle kendi kaderini kendisi tayin ediyordu.
**
Samsun’a çıkış hazırlıklarından Cumhuriyetimizin ilanına kadar geçen sürecin askeri, siyasi ve diplomatik tarihinin bilinmeyen detaylarını anlamak ve zihnini aydınlatmak isteyenler için Dr. Selim Erdoğan ve Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan’ın bu konularda yazdıkları kitapları, YouTube’da yer alan videolarını bir ders niyetine öneririm. Biraz daha geriye giderek konuyu çok daha kapsamlı bir tarihi perspektifle kavramak isteyenler için son İttihatçı rahmetli Erol Şadi Erdinç’in gerek kitapları gerekse de YouTube’da yer alan videoları da birer okul gibidir.
Devleti yönetmek için yetiştirilen pırıl pırıl bir neslin; devletin öldüğü ve milletin de idam edilmek üzere olduğu bir anda yazdığı destanın tek kelimelik özetidir Cumhuriyetimiz.
Dünyadaki her Cumhuriyet birbirinden farklıdır, farklı dinamiklere ve tarihi olaylara dayanır. Bizim Cumhuriyetimiz; bir milletin en parlak evlatlarının, yönetmek için yetiştirildikleri devletin ölümü üzerine milleti ayağa kaldırmaları ve yeni bir rejimle devleti sahibi olan millete vermelerinin hikayesidir. Kongrelerde, cephelerde, diplomasi masalarında akıtılan kan, ter ve gözyaşının hamurunu yoğurduğu bir rejimdir Türk Cumhuriyeti.
Büyük Türk milletinin kendi eliyle yeniden kurduğu Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti 100 yıldır büyük badireler atlatmıştır ve hala daha bazılarıyla boğuşmaktadır. Ancak şüphe götürmez bir gerçek de var; “umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır” Atatürk hiçbir zaman umudunu yitirmemiştir. İçinde bulunduğumuz durum 19 Mayıs 1919’dan daha kötü değildir. Kemal Tahir’in “kuvva bire kadar kırılmadıkça bu memlekette umut tükenmez” sözü bugün içinde Kuvayi Milliye ruhu taşıyan her bir Türk; Türk Devletinin ve Türk Milletinin bir direnek noktasıdır. Nasıl ki “ittihatçılar ölür ittihatçılık ölmez” ise Kuvva da bire kadar kırılmadıkça Türk milletinin varlık mücadelesi bitmeyecektir.
**
Bakü’nün, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşlarının, Lozan’ın, Montrö’nün, Hatay’ın ve Kıbrıs’ın acısını hala sindiremeyen Anglo-Sakson ve Kıta Avrupası hattının azametli aktörleri, Kuzeydeki ve Doğudaki tarihi düşman komşularımız ve bunların her daim üzerimize sürdükleri yancıları olan devletler bugün halen daha rövanş peşindeler. Bize düşen Türklüğün yüz akı olan Cumhuriyetimizi korumak için çok çalışkan olmak, milletçe zengin olmak, kınında “yurtta ve dünyada barış” ilkesiyle duran kılıcımızın; bağımsızlığımıza uzanan bir eli kesmek için her daim en keskin şekilde beklemesidir. Milletlerle dost, devletlere ve siyasete karşı tetikte olmaktır. Bugün Balkanlardan Kafkaslara, Karadeniz’in kuzeyinden Arap yarımadasına ve Kuzey Afrika’ya kadar eski Osmanlı topraklarında kısmen huzur bulabilmiş tek millet Türklerdir. Bunu Cumhuriyete ve onu kuranlara borçluyuz. Kurucumuz abide insan, büyük kahraman ve insanlık tarihinin nadide bir değeri olan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere; diğer kurucu babalarımız İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Celal Bayar’la birlikte nice asker, bürokrat ve siyasetçi kahramanın; bu topraklarda Türklük bilinci ile milleti hakim kıldığı Cumhuriyet bugün yüz yıllık bir çınardır, Türklük tarihinin son yüz akıdır. Bugün Çin’den Adriyatik’ kadar Türklük ve kardeş bildiğimiz Asya, Kafkas ve Balkan milletleri eğer hala hayattaysa; bunun en büyük istinat duvarı 100 yaşına basmış olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Atatürk sadece bizim değil, bütün direnmiş milletlerin ışığıdır. Bu ışığa sırtını dönenlerin önünde karanlık gölgeler vardır gittikleri yolun sonu kahır ve ölümdür.
**
15 gündür Gazze’de yaşananların benzerlerini 100 sene önce yaşadık. “Yunan Mezalimi”ni unutmak, Ermeni çetelerini unutmak, Arapların ihanetini unutmak demek Türklükten istifa etmiş olmak demektir. Bugün başımıza Osmanlının el çektirildiği coğrafyalarda yaşananların benzerini gelmiyorsa, tepemize sabah akşam bombalar yağmıyorsa, çoluk çocuk okuluna gidebiliyor, kadınlar özgürce çalışıp yaşayabiliyor, gençler dünyayla rekabet edebiliyorsa bunu Cumhuriyetimiz ve kurucularına borçluyuz.
Allah hepsine gani gani rahmet eylesin, mekanlarını cennet etsin. Tanrı Türk’ü korusun. Atatürk’ün yolundan bizleri ayırmasın.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(2)Ayşe - Çok güzel, her satırı, her cümlesi güzel yazının.. Kaleminize sağlık
Kemal Tahir in sözünü de unutmayacağım
Murat Kor - Kaleminize sağlık.
Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.