"Elmayla armut toplanmaz” diye bir söz vardır. Birbirleriyle farklı bağlamları olan konuların, zorlamayla bir araya getirilmesinin beyhudeliğini açıklar. İlkokul matematik dersinde de “2A+4B=?” sorusunun yanıtının neden “6AB” olmadığını açıklarken de bu sözü sıklıkla kullanırlar.
Günümüzün büyük fenomenleri olan, neredeyse din ve milliyet aidiyetlerinin bile önüne geçti geçecek dediğimiz küresel markaların; sahip oldukları çekiciliği kendi söylev ve demeçlerine tahvil etmek isteyen bir kısım uzman (sanıyorum uzmanının üzerinde oturuyor; Ünsal Ünlü’ye selamlar), danışman (en fazla oje rengi ya da nargileci danışılası tipler), akademisyen (kendi mesleğime laf sokasım yok, burayı pas geçiyorum) sunumlarda eğitimlerde çıkıp küresel şirketler ve devletler üzerinden aforizmaları havalarda uçuşturuyorlar.
Teknolojik şirketler üzerine sıklıkla seminerler ve eğitimler veren birisi olarak naçizane tutumum; şirketlerin ve devletlerin yıllık gelirlerini kıyaslayan meşhur tabloyu sadece sunumların başında kullanıyorum. Bu tabloda Türkiye on yedinci büyük ekonomi olmasına rağmen şirketler de işin içine girince yaklaşık kırkıncı sıraya düşüyor. Amacım aslında elindeki cihazla poposunu devirdiği yerden parmak kaydıra kaydıra takılıp kendisini teknoloji gurusu zanneden ortalama vatandaşa; konunun kendisinin poposunun devrikliği ve parmağının hareketlerinin çok ötesinde bir durum olduğunu idrak ettirmek. Hele bir de iki online kurs, üç YouTube videosu izleyip bu konularda ahkam makamı olarak kendisini görenlere durumu açıklama zorluğu var ki; onların içinde bulunduğu kendini beğenmişlik seviyesi, öteki arkadaşın devrik poposundan çok daha vahim durumda(!)
Teknoloji şirketlerinin birçoğu bugün devletlerden daha çok gelire sahip, daha büyük bir ekonomiyi yönetiyorlar ve tabi bir de “şirket” oldukları için zarar etmiyorlar. Bu tablo karşısında da bazı aklı evveller çıkıp “bakın Apple bu kadar para kazanıyor, yüz bilmem kaç devletten daha zengin; işte Apple’ı başarıya taşıyan bu yönetim anlayışıyla ülkeler nasıl da kalkınır” gibi en iyimser bağlamda saflık, biraz sorgulayıcı bağlamda boş bir özgüvenle bezenmiş cahil cesareti olarak tanımlanması gereken cümleleri hesapsız kitapsız şekilde ortalığa saçıveriyorlar.
Ancak bu kafa bulanıklığının temelinde yatan, devlet ve şirket kavramlarının ne yazık ki birbirine geçirilmiş olması; daha doğrusu şirket kavramı ve temsil ettiklerinin tümünün onlarca yıldır zihinlere ve devletin mekanizmalarına “geçirilmiş” olması.
DEVLET VE ŞİRKETLER
Bir şirketin amacı para kazanmaktır. Varolmasının yegâne sebebi budur. Maliyetler, vergiler, faiz ve amortisman giderleri toplam kazanılan paradan düşüldükten sonra ortada kalan meblağ da kârdır. Patronun parasıdır, öder stopajını ve şirketin kasasından kendi cebine aktarır; böylece elindeki tamamen keyfe keder harcayabileceği bir para olur. Düzgün insansa ailesini geçindirir, birikim yapar, çocuklarının geleceğini planlar, hayır işlerine girişir. Dandik bir adamsa kumarda, hovardalıkta, alemlerde bu paraları çarçur eder; arkasındaki ticaret bu karadeliğe direnecek büyüklükteyse dertsiz tasasız boş bir hayat yaşar, gelirinin nefesi bu işlere yetmezse de Türk filmi dramları bizi bekler.
Bir şirketin kar edemediği durumda iflası kaçınılmazdır. Bu sebeple sürekli olarak gelirleri arttırmak, giderleri azaltmak ve verimlilik odaklı işleyen bir mekanizmanın kurulması gerekir. Kasada para olmayan durumda, doğrudan harcamak için alınan borçlar da uçurumdan aşağı yuvarlanmanın başladığı andır. Bardağı onuncu kattan atarsanız ve “ama daha kırılmadı” derseniz öngörüsüz bir insansınız demektir. Yatırım için değil de harcaman için borç alırsanız da bardak yere çakılmak üzere hızla düşüyor demektir. Şimdi değil, biraz sonra bardak kırılır yani batarsınız.
Söz konusu olan devletler olduğu zamansa yatırım – borç ilişkisi aslında şirketlerle aynı gibi görülebilir. Borç alır ve bu borçla üretiminizi arttıracak, gelirinizi yükseltecek sürdürülebilir projeler yaparsanız devletiniz kalkınır, borcunu da öder, bir süre sonra kâr da eder. Ama siz borç parayla artı değer üretmeyen şeyler yaparsanız ya da doğrudan o parayı harcarsanız; bütçeniz açık verir, paranız değer kaybeder, zamanla fiilen batarsınız.
Dünyada en ucuza ve her istediği anda borç bulabilen hukuki kişiliklerin yüzde doksanı devletlerdir ve zaten borç verenlerin temel amacı “ödeyemesin de borcu daha da faiz ekleyerek yapılandıralım” olduğu için, devletler kötü ekonomik yönetimlerin sonunda ancak daha kötü şartlarla borçlanırlar. Ülke içinde birçok sosyal ve siyasal travma da bunun peşinden gelir ancak iktisadi olarak durum bu yapılandırma döngüsünden ve sürekli olarak faize çalışmaktan ibarettir.
Sürekli zarar ederse şirket kapanır gider, devlet kapanamaz; üzerinde yaşayan milyonlar hukuki bir statü içerisinde hayatlarını sürdürmek zorundadırlar. Bu yüzden toplumsal bilimler diğer alanlardan ayrılır. İşletme yönetimcilerin deyimiyle “exit strategy” yoktur devlet yönetimi için; canınız sıkılınca, şevkiniz kaçınca ya da işler sarpa sarınca “kaçıp gidemezsiniz”. Siz devleti yöneten kişi ya da kadrolar olarak gidebilirsiniz; ama ortada bıraktığınız rezilliği birileri düzeltmek zorundadır.
ŞİRKETLERDEN ÖĞRENİLEBİLECEK BİR ŞEY VAR MIDIR?
Kanımca yoktur. Verimlilik, sürdürülebilirlik gibi başlıklarda mutlaka uygulamalarından ilham verici fikirler alınabilir; ancak unutulmamalıdır ki o kurumların sahipleri bir ya da birkaç kişidir. Onların çıkarlarına göre yönetilir, uzun vadeli olarak sürekli büyümek ve kar etmek üzerine planlanmıştır. Fikirler ya da ilhamlar verebilecek olan planlar ve eylemler de esasen karlılık odaklıdır. Amaç patronun para kazanmasıdır, çalışanların mutluluğu değildir.
Çalışanların memnuniyeti için yapılan uygulamalar aslında patron daha çok para kazanabilsin diyedir; çalışanların insan haklarını yüceltmek için değil. Siz bakmayın tüm dünyadaki patronların kameraların önünde mecburiyetten söyledikleri “çalışanlarımıza değer veriyoruz” masallarına. Amaç personelin kuruma olan sadakatini arttırmaktır, böylece daha verimli çalışmayı sağlamak ve yetişmiş nitelikli personeli kurumda tutmak hedeflenir. Bu doğru bir uygulamadır, ancak popülist söylemlerini devletlerin idaresinde ve sosyal hayatın pratiğinde hayata geçiremeyen bir kısım sözde solcu ya da liberal zevatın çarpıtmaları sebebiyle de patronlar mecburen kamuoyuna yalan söylemek zorunda bırakılıyorlar. Yoksa toplumsal bir linçe maruz kalacaklarını biliyorlar.
Devletlerin yönetim ve organizasyon süreçlerinde şirketlere göre en temel fark; devleti yönetenlerin, devletin sahibi olmamasıdır. Günümüz büyük şirket yapılanmaları üzerinden örneklersek tüm nüfus şirkete ortaktır ve bunlar yönetim kuruludur; seçimle gelen siyasetçiler de icra kurulunu oluşturur. Bu kurulun bir başı olur, bir sürü yardımcısı ile yönetimini yapar. Sonra gider yönetim kuruluna hesap verir. Seksen yüz milyon kişiye de tek tek hesap verilmesi mümkün olmadığı için demokratik anlayış “oy, seçim ve siyasi parti” mekanizmalarını geliştirmiş ancak hepsinden önemlisi hukuk kurumları eliyle her şeyi denetleyen üst kontrol mekanizmaları oluşturarak; devletin popülizme kurban gitmesini engellemeyi hedeflemiştir. Ve ne yazık ki bugün ancak bir elin parmakları kadar devlette bu sistemler sağlıklı ve sorunsuz işleyebiliyor.
Görüldüğü üzere modern dönemin büyük şirketlerinin yönetim ve organizasyon şemaları esasen devletlerin işleyiş mekanizmasından uyarlanmıştır. Yani devletlerin şirketlere öykünerek baktıkları ve “keşke biz de böyle yönetilsek” dedikleri durum tamamen bir aldatmacadır.
Devletlerin kendi yönetim düzlemleri içinde hayata sağlıklı bir şekilde geçiremedikleri kurallar manzumesini; şirketler kendi düzlemlerine uydurarak başarılı bir şekilde uyguluyorlar. İki farklı düzlemdeki uygulamaların birbirine rol model olabileceğini savunmak işte “elmalar ve armutların toplamaya” çalışmaktır, beyhudedir.
Kurumsallaşma kelimesi şirketler için bir zirve noktasıdır; kelimenin temelindeki anlam da aslında “devletleşme”dir. Kelimenin Almanca aslının kökeni de bu anlamdan türemiştir ve bizim dilimize çok daha sonra İngilizce’den geçmiştir. (Tarihin ilk kurumları devletler ve kilisedir. Kavramın modern anlamının babası da Max Weber’dir)
Yani kişilerden bağımsız olarak kurumun kendi kendisini ayakta tutabilecek sermaye, insan kaynağı, ar-ge ve doğru yönetim felsefesi üzerine bina edilmesidir. İşin özünde şirketler devletlere öykünürken; devletleri yöneten beceriksizler, aslında içten içe servetlerini ve başarılarını kıskandıkları iş adamlarına bakarak; onların görünür başarılarını sanki topluma büyük bir ulusal hedefmiş gibi pazarlayarak oy ve rant devşiriyorlar. Toplumlar da bu başarılara öykünür durumda olduğu için her zaman bir avuç siyasetçinin çıkarına çalışan mekanizma işliyor.
“Kurbağa atı görmüş, ben de nal isterim demiş” deyimi bu durumu bir cümleyle de güzelce açıklıyor esasen. Devletler devlet gibi, şirketler şirket gibi yönetilmeli.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(2)Ali Serdar - Çok güzel bir yazı olmuş tebrik ederim.
Sinem Güler - hocam çok güzel bir yazı. bazı şeylerin iyice birbirine girdiği çağımızda yazılarınızla ufuk açıyorsunuz. teşekkürler. sinem güler.
Yazılan yorumlardan Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.